Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, TRT Haber özel röportajında, TRT Haber Kanal Koordinatörü Mücahid Eker’in sorularını cevapladı.
Bakan Şimşek, açıklamalarında şunları kaydetti;
Her şeyden önce ekonomide bir yeniden dengelenme sürecine girdik. Yani iç talebin aşırı artışı nedeniyle bir takım makro ekonomik dengesizlikler ortaya çıkmıştı. Şimdi orada bir yumuşama var. Net ihracatın etkisi ekonomide olumluya dönmeye başladı. Yani büyümede kompozisyon değişiyor, büyümede bir dengelenme var. Bu da beraberinde ortaya çıkan dengesizlikleri gideriyor. En önemli dengesizliklerden bir tanesi cari açık. Geçen sene mayıs ayında 57 milyar dolar civarındaydı. Büyük bir açık. Bu sene bu açık mayıs ayı itibarıyla 30 milyar doların altına düşmüş olacak. Dolayısıyla çok ciddi bir iyileşme var. Yani Türkiye’nin dış açığında yarı yarıya düşüş var. Önemli dengesizliklerden bir tanesi bu çerçevede giderilmiş oldu.
Geçen sene mayıs sonu itibarıyla piyasa değerlendirmelerine bakarsanız, özellikle depremin etkisiyle bütçe açığının milli gelire oran olarak yüzde beldi 9-10’ları bulabileceği öngörülüyordu piyasalar tarafından. Biz bunu geçen sene yüzde 5,2’de tuttuk. Bu da önemli bir dengesizlik ve deprem hariç bütçe açığı milli gelire oran olarak sadece yüzde 1,6 bu da önemli. Dolayısıyla temel dengesizlikleri giderme anlamında program çalışıyor.
Programın çalıştığını özetleyen bazı göstergeler var. Örneğin, Türkiye’nin risk primi. Türkiye’nin risk primi geçen sene mayıs ayında 700 baz puanın üzerindeydi. Bugün 270’in altına düştü. Bu dönemde gelişmekte olan ülkelere göre çok muazzam bir performans göstermişiz. Yani sadece bizim risk primimiz düşmemiş başka bize benzer ülkelere oranla risk primimiz çok daha hızlı şekilde düşmüş. Risk priminin düşmesi burada aslında programın çalıştığını özetleyen bir gösterge. Çünkü bu Türkiye’ye fon akışında maliyeti belirleyen unsurlardan bir tanesi. Türkiye fon akışında bizim öngördüğümüzden çok daha büyük bir artış var. Özellikle yerel seçimlerden s sonra son 1,5 ayda o kadar ciddi bir fon akışı ve Türk lirası lehine portföy değişikliği var ki, Merkez Bankası swap hariç rezerv pozisyonu neredeyse 49 milyar dolarlık bir iyileşme gösterdi. Bahsettiğim süreç 1,5 aylık bir süreçten bahsediyoruz. Belirsizlikler azaldıkça, programın çalıştığı ortaya çıktıkça Türkiye’ye rağbet artıyor.
12 yıl sonra Fitch, Türkiye’nin kredi notunu artırdı. S&P 11 yıl sonra Türkiye’nin kredi notunu artırdı. Artırmakla kalmadılar bizim görünümümüz pozitif. Program bu şekilde çalışmaya devam ederse biz notu tekrar artıracağız şeklinde pozitif görünümde duruyorlar. Bunların hepsi önemli yani ekonomide büyümenin kompozisyonu iyileşiyor. Daha sürdürülebilir daha dengeli bir büyüme var. Makro ekonomik dengesizlikler yavaş yavaş ortadan kalkıyor. Bütçe disiplini, dış dengedeki iyileşme, rezervlerdeki iyileşme, risk primindeki iyileşme, Türkiye’ye fon akışındaki muazzam artış tüm bunlar şunu net şekilde ortaya koyuyor programa olan güven güçlü, sürekli pekişiyor. Tabiiki bu programlar birer canlı organizma gibidir. Biz iyi bir program yaptık artık 3 yıl boyunca dokunmayalım diye bir şey yok. Canlı organizma gibi sürekli o programın tabii ki tekrar güçlendirilmesi, iyileştirilmesi, temellerinin sağlamlaştırılması, bunun pekiştirilmesi çok önemli. Türkiye’nin kendi programı ve gerçekten sonuç almaya başladık.
Programı sürekli bir şekilde güçlendirme çabamız var ve devam edecek. Bütçede harcama disiplini, yatırımların daha verimli alanlara yönlendirilmesi, doğrudan doğruya bazı cari harcamaların kesilmesi, kesintiye uğratılması. Tüm bunlar aslında mali disiplini güçlendirirken dezenflasyona destek veriyor. Programın çalıştığını konuştuk ama enflasyon beklentileri geçen sene ekim ayına gidin, programın gerçek anlamda devreye girip çalışmaya başladığı dönem. O döneme göre enflasyon beklentilerinde muazzam bir iyileşme var. Önümüzdeki 12 ayda piyasaya sorduğunuz zaman enflasyon düşüşü öngörülüyor. Yüzde 33 civarına indi. Örneğin, 2 yıllık perspektifi alırsanız yüzde 22 civarına kadar indi. Fakat bunu performansla destekleyeceğiz, sürekli bir şekilde programı güçlendireceğiz.
Bu sene deprem yaralarını sararken deprem dışındaki harcamaları çok güçlü bir şekilde kontrol altına alıyoruz. Bazı kamuda tasarruf paketi açıkladık. Onu güçlü bir şekilde uygulayacağız. En önemli konu verimliliği artıracak, Türkiye’nin rekabet gücünü artıracak, yapısal reformları hızlandıracağız. Dolayısıyla iki kanaldan para politikasına dezenflasyon için destek vereceğiz. Bir; bütçe disiplini üzürerinden destek vereceğiz. İki; reformları hızlandırarak verimlilik artışı üzerinden destek vereceğiz. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde böyle bir güçlendirme, zaten bir süreç işi. Sonuç almak da bir süreç işi. Şuna inanıyorum ki, programı güçlendirdikçe de çok daha iyi sonuçlar alacağız. Aslında başladık biz programı güçlendirmeye. Tasarruf paketini açıklamamız bunun bir ayağı. Ama daha birçok önümüzdeki dönemde programı güçlendirecek ilave adımlar atacağız. Bunlar bir kısmı kamu maliyesi ayağında, bir kısmı yapısal dönüşüm ayağında olacak.
Bu program içeride ve dışarıda ciddi bir rağbet görüyor. Bizim gittiğimiz bazı uluslararası platformlarda programın başarısı konuşuldukça, bu program sanki Türkiye’nin öz evlatları tarafından hazırlanmamış gibi bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Hatırlarsanız, ilk gün devir teslimde çok net bir tutum sergilemiştim. Demiştim ki, bundan sonra bizim politikalar, kurala dayalı olacak. Yani öngörülebilir olacak. İkinci olarak uluslararası normlara uygun olacak demiştik. Şimdi, uluslararası normlara uygun, kurala dayalı, kredibilitesi yüksek bir programı ortaya koymanız, sonra bu programla başarı elde etmeniz, dışarıda övüldüğü için dışarıda hazırlanmış bir program gibi lanse etmek doğru bir yaklaşım değil. Bu program Cumhurbaşkanı Yardımcımız Cevdet bey ve beni bir kenara bırakalım. Orta Vadeli Program perspektifiyle, bu strateji bütçe başkanlığındaki çok değerli arkadaşlarımızın, Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndaki çok değerli arkadaşlarımızın ortaya koydukları katkıları görmemezlikten gelmektir.
Dolayısıyla bu program özü itibarıyla Türkiye’nin kendi programıdır. Dışarıdan rağbet görmesi, övülmesi, dışarıdan bu programın yapıldığı anlamına gelmiyor. Biz bu süreçte hiçbir uluslararası kuruluşla program çerçevesinde, program hazırlık evresinde bir diyaloğa girmedik. Ama tabii ki üyesi olduğumuz uluslararası kuruluşlarla diyaloğumuz her zaman güçlü. Onlarla bir araya geliriz, programımızı anlatırız. Nereye gidersem gideyim Türkiye’deki illere seyahat ettim son bir kaç aydır. Dünyada nereye seyahat edersem edeyim mutlaka bir fırsat bulup çıkıp orada Türkiye’nin programını, potansiyelini, neden yatırım yapılması gerektiğini sık sık anlatırız. Bu program kendi öz programımızdır, kurala dayalıdır ve uluslararası normlara uygundur.
Şunun altını çizmek istiyorum, geçen sene çok büyük bir deprem felaketi yaşadık. Bu felaketin yaralarını sarmayı önceliklendirdik. Bu çerçevede baktığınız zaman deprem hariç bütçe açığına bir baksınlar. Son 20 yılda bütçe açığının milli gelire oranı yüzde 2,4. Geçen sene deprem harcamaları hariç bütçe açığının milli gelire oranı yüzde 1,6. Dolayısıyla deprem hariç bütçede çok ciddi bir disiplin var, çok ciddi bir sıkılaşma var. Fakat deprem nedeniyle tabii ki açık büyümüş. Bunu görmemezlikten gelemeyiz. Ama bu sene çok büyük ihtimalle biz bütçe açığını hedeflediğimizin çok altında bir noktada harcama disipliniyle, harcama kesintileriyle biz geçen sene ki açığın altında bir açıkla kapatacağız. Maliye politikası ayağında dezenflasyona biz güçlü destek vermiş olacağız.
En son açıkladığımız tasarruf paketinde ne dedik? Yatırımları arzı artıracak alanlara, rekabet gücünü artıracak alanlara, verimliliği artıracak alanlara aktaracağız dedik. Yatırımlarda yüzde 15 kesintiye gidiyoruz dedik. Ama burada dedik, örneğin; tarımsal sulamayı, arazi toplulaştırılması, tarımsal yani gıda arzında lojistiğe yatırımı önceliklendireceğiz dedik. Biz dedik ki, burada enerjide verimliliği mesela, yeşil dönüşümü, dijital dönüşümü önceliklendireceğiz dedik. Bunların hepsi aslında verimlilik artışı için Türkiye’nin dışa bağımlılığını azaltmak için önemli konular. Bir diğer konu tabii ki, Türkiye alt yapıya çok büyük yatırım yaptı. Bunun sayesinde büyük bir kalkınma hamlesini gerçekleştirdi. Ama önümüzdeki dönemde önceliğimiz önemli sanayi üslerini yani üretim üslerini bizim alıp limanlara bağlamamız. Biz bunu önceliklendireceğiz çünkü rekabet gücünü artırmak istiyoruz. Karbon ayak izini düşürmek istiyoruz.
Bu program hem niteliği itibarıyla güçlü bir program hem de sonuçları itibarıyla onun için maliye politikası gereken desteği vermiyor demek, deprem konusunda gereken hassasiyeti göstermeyin demekle eş değer hale geliyor. Biz deprem konusunda geçen sene de bu sene de ne gerekiyorsa yapacağımızı söyledik. Ama deprem dışındaki alanlarda disiplin, harcama kontrolü, harcamaların verimli alanlara aktarılması bizim için olmazsa olmazdır. Bu yorumlara saygılıyız herkes istediği yorumu yapar ben genelde de takip etmiyorum doğrusu, sosyal medya günübirlik baktığım bir konu değil. Zaman gösterecek haklı olup olmadığımızı. Enflasyon düştükçe bu tür değerlendirmeler yerini daha makul daha rasyonel analizlere bırakır diye düşünüyorum.
Öncelikle geçen sene başlangıç noktası bir dezenflasyon programı için elverişli değildi. Yani, şubatta deprem oluyor enkazın temizlenmesi yazı buluyor, inşaat sezonu ve büyük bir şok. İnşaat malzemeleri fiyatları, işçilik gibi konular depremle ilgili söylüyorum geçen sene yaz aylarında muazzam bir artışa geçti. Şimdi bu enflasyonist, bu sene o baz etkisi nedeniyle bu sene öyle bir şey öngörmüyoruz. Geçen sene büyük bir bütçe açığı ile karşı karşıyaydık. Bütçe açığı tedbir almasaydık o kadar büyüktü ki, bankacılık sektörünün bunu içeriden finansa etmesinde zorlanabilirdik. O nedenle reel sektöre kaynak akışı durmasın, krediler geri çağrılmasın yani bütün kaynaklar hazineye verilmesin noktasına gelmeyelim diye biz geçen sene tedbir aldık. Aldığımız tedbirlerin bir kısmı enflasyonistti. KDV’yi artırdık, akaryakıtta ÖTV’yi artırdık. Çünkü deprem yaralarını sarmak için bütçe açığını kontrol altında tutmak için. Bunlar bu sene yapılmayacak. Bu sene tekrarlanmayacak.
İki tane geçici faktörden bahsediyorum. Bir, deprem etkisi. İkincisi geçen sene KDV artışı. Gelir politikaları geçen sene tabii ki nispeten bu döneme göre daha gevşekti. Bu sene daha destekleyici hale geldi. Geçen sene seçim sonrası uzun bir süre kur 2021’de TL/dolar kuru 18’e kadar çıkıyor ve 2023’ün ilk çeyreğinin sonuna kadar neredeyse aynı yerde kalıyor. Fakat o dönem ciddi bir enflasyon var. Biz kuru serbest bırakınca kur üzerinden de enflasyonist bir baskı oluştu. Beklentiler kanalı tabii ki bozulmuştu. Bütün bunları yani deprem, kur etkisi, vergi etkisi, beklenti kanalı üzerinden bütün bunları bir arada düşündüğümüz zaman son bir yılda enflasyon tabii ki ciddi bir şekilde bu faktörler üzerinden yükselişe geçti. Şu anda biz piyasadan döviz almasak belki 20’li rakamlara kadar düşerdi. Biz şu anda son 1,5 ay içinde Merkez Bankamız bu kadar döviz biriktirmeseydi, gelen dövizi satın almasaydı büyük ihtimalle lira nominal olarak muazzam bir şekilde değer kazanacaktı. Biz rezerv biriktirdik, rezerv pozisyonumuzu güçlendirmemiz lazım. Şu anda Türkiye çok ciddi bir fon akışı var, Türkiye’nin cari açığı düşüyor, Türk lirası çok cazip, lirada ciddi bir değer kaybı için bir sebep yok. Bu enflasyonu düşürmeyi destekleyici.
Ben defalarca söyledim, biz bir takım istisna ve muafiyetler hariç KDV’de bir artış öngörmüyoruz dedim. Yani enflasyonu yukarı çekecek. Biz bu konuda hassasiyetimizi gösteriyoruz. Bu sene geçen sene gibi vergi artışı da olmayacak. Deprem yaralarını zaten önemli ölçüde sarıyoruz. Orada piyasada bir denge oluştu. İnşaat malzemeleri, arz sektörü, işçilik konusunda. Beklenti kanalı iyileşiyor. 12 aylık enflasyon beklentisi 33 civarına indi. Bu önemli bir rakam. 24 aylıkta yüzde 22 civarına indi. Enflasyon beklentilerinde de şimdi eskisi kadar bir kötüleşme yok. Tam aksine iyileşme var. Bütün bunları bir arada düşünürseniz, maliye politikası, para politikası ve gelirler politikası şimdi ahenkli bir şekilde çalışıyor. Bütün bunlar dezenflasyonu destekliyor. Merkez Bankamız en son enflasyon raporunu açıklarken dedi ki, mayıs ayında yani 3 Haziran’da açıklanacak, enflasyon zirveyi bulacak dedi. Yüzde 75-76 civarında zirveye çıkacak. Ama ondan sonra da hızlı bir düşüşe geçecek. Yıl sonu hedefimiz yüzde 38. Yaz aylarında sadece baz etkisiyle değil, sadece kur destekleyici olduğu için değil, sadece şartlar daha elverişli olduğu için değil, para politikası daha sıkı olduğu için geçen seneye göre, maliye politikası daha sıkı olduğu için, gelirler politikası daha sıkı olacağı için.
Bu üç politika sıkılaşırken enflasyonun düşmemesi mümkün değil. Ben burada özellikle üreticilerimize, sanayicimize, perakendecilerimize yani toplumun tüm kesimlerine seslenmek istiyorum. Hesaplarını doğru yapsınlar. Biz enflasyonu düşürmekte kararlıyız. Sadece bu sene bir miktar düştükten sonra geri çekilmeyeceğiz. Gelecek sene enflasyonu 10’lü rakamlara yani yüzde 14’e bir sonraki sene de tek haneye düşürmek için ne gerekiyorsa geri adım atmayacağız. Biz bu enflasyonu düşürene kadar bize durmak yok. Enflasyonu düşürürsek gelir dağılımını iyileştiririz. Enflasyonu düşürürsek işçimizi, emeklimizi korumuş oluruz. Enflasyonu düşürürsek fonlama maliyetleri düşer, sanayicimizi, üreticimizi korumuş oluruz. Yatırımları teşvik etmiş oluruz. Öngörülebilirliği artırmış oluruz. Enflasyon düştükçe bu ülke daha yüksek sürdürülebilir bir büyüme patikasına girecek. Geçmişte biz bunu başardık, tekrar başaracağız. Evet, şu an itibarıyla baktığınız zaman on 12 aydır enflasyon yükselişte ama sebeplerini açıkladım. 3 Haziran’da açıklanacak enflasyon son 12 ayın enflasyonunu gösteriyor. Bizim için önemli olan biz geleceğe bakıyoruz. Önümüzdeki 12 ay içerisinde enflasyon çok büyük ihtimalle bizim tahminimiz 30’un altına düşecek, piyasanın tahmini yüzde 33. Diyelim ki piyasa doğru biz 2-3 aylık gecikmeyle hedeflerimiz doğrultusunda yolumuza devam ederiz.
Devam etmesi için ben bir sebep görmüyorum, etmemesi gerektiğini düşünüyorum. Dolayısıyla bu yönde de yani devam etmesi yönünde bir çalışma yok. Zaten o düzenleme bir süreliğine yapılmıştı. Ben hükümetimiz adına verilmemiş bir karar üzerine yorum yapamam ama çok büyük ihtimalle devam etmeyeceğini düşünüyorum. Fiyatlara müdahale edilmemesi gerektiğine inanıyorum. Piyasaya müdahale arzı artıracak teşviklerle olur. O doğru bir şey. Arz artışı üzerinden fiyatların aşağı inmesini sağlamak lazım. Bunun için daha çok üretim, daha çok istihdam ve ihracatı da tabiiki önemsiyoruz. Bizim müdahaleler daha çok şu çerçevede olacak: Biz piyasaya yol haritası vereceğiz. 3 yıllık enflasyon hedefi veriyoruz, 3 yıllık büyüme perspektifi sunuyoruz. Bunlar piyasayı yönlendirme amacıyla kamuda da disiplin amacıyla önemli. Ama esas olarak yatırım. Biz bütçe üzerinden para harcıyoruz. Biz diyoruz ki bu harcamaları yapalım ama bu harcamaları üretken alanda yoğunlaştıralım. Yani daha çok arz yönlü üretimi artıracak alanlara kanalize edelim. Gıda arzı onlardan bir tanesi. Rekabet gücü arttığı zaman, verimlilik arttığı zaman birim fiyatlar, birim maliyetler düşüyor. Dolayısıyla biz bu çerçevede tabiiki her şeyi piyasaya bırakamayız. Ürünlerin fiyatlamalarına doğrudan doğruya müdahaleyle biz bir yere varamayız. Onun için onun yerine büyümenin kompozisyonunu dengeleyeceğiz. Üretim artıracak politikaları devreye sokacağız. Verimliliği, rekabet gücün artıracak adımları atacağız.
Seçim sürecinde ciddi algı çabaları olduğuna dair bir sürü söylem ve eylem vardı. Geride kaldı, vatandaşımızı dövize yönlendirenler oldu. Biz o dönemde net şekilde söyledik, biz vatandaşın portföy tercihlerine saygılıyız. Ama bilgilendirmek hakkımız var. Bir kesim siyaseten vatandaşı yanlış yönlendirdi. Bakın seçim sonrasında ortaya çıkan manzara yani liranın değer kaybı bu sene tekrarlanma ihtimali zayıftır. Üç tane basit sebep açıkladım. Bir; Türkiye’nin dövize ihtiyacı azalıyor. Geçen sene mayıs ayında cari açık 57 milyar dolardı. Şimdi bu sene mayıs ayında çok büyük ihtimalle 30 milyar doların altına düşecek. Yani Türkiye’nin dış açığı azalıyor, döviz ihtiyacı azalıyor. İki; Dedik ki, Türkiye’nin kaynağa erişimde sorun yok. Geçen sene ocak-mayıs döneminde bankalarımız 100 dolar borç ödedikleri zaman 96 dolar bulabiliyorlardı. Yani rezervler düşüyordu, Türkiye’ye yeterince kaynak girişi yoktu. Reel sektör yani Türk firmaları, şirketleri yurt dışına 100 dolar borç ödediklerinde 73 dolar bulabiliyorlardı. Bugün 100 dolar borç ödediklerinde 118 dolar giriş var. Bizim ödediğimizden çok daha fazla Türkiye’ye kaynak girişi, döviz bolluğu var.
Türkiye’yi ihtiyacımızın ötesinde bir döviz girişi var reel sektör ve bankalar üzerinden vadesi de uzuyor. Üçüncü olarak da şunu söyledim; Geçen sene eksi reel faiz vardı. Bugün öyle bir şey yok. Dolayısıyla lira destekleniyor, Türkiye’ye fon akışı güçlü, Türkiye’nin fon ihtiyacı, döviz ihtiyacı azalıyor. Bu durumda neden lira değer kaybetsin. Bütün bunlara rağmen bir sürü kesim vatandaşımızı yanlış yönlendirdi. Şunu görüyorum, 1 Nisan’dan bu yana Türkiye’deki gerçek ve tüzel kişiler 12 milyar doları gelip satıp TL aldılar. Seçim öncesi bir anlamda yüksekten aldılar, çok büyük bir fırsat maliyetine katlandılar. Vatandaşımızın tercihi başımızın üzerindedir, her zaman saygılıyız. Ama vatandaşımızı yanlış yönlendirmekte doğru değildir.
Programımız çalışıyor, sonuç veriyor. Türkiye’nin dış kaynak ihtiyacı azalacak, Türkiye dış kaynak girişinin kalitesi artacak. İkinci evreye girdik. Başlangıçta gelen kaynak çok sıcaktı sıcak para derler ya kısa vadeliydi. Şimdi giderek vadeyi uzatıyorlar. Orta-uzun vadeli tahviller almaya başladılar. Hisse senedi demek neredeyse doğrudan yatırıma eş değer. Bizim bankalarımız örneğin, artık sermaye benzeri çok uzun vadeli, çok rahat bir şekilde tutabilecekleri kaynağa ulaşmaya başladılar. Bizim bankalar bu kadar büyük montanlı sermaye benzeri dışarıdan kaynak geliyor. Bu kaynağın niteliği iyileşiyor demek. Biz enflasyonu bu sene 30’lu gelecek sene 10’lu rakamlara düşürdüğümüz zaman doğrudan küresel yatırımlarda da artış olacak. Çünkü Türkiye büyük bir ülke, potansiyeli çok büyük bir ülke. Yeter ki güçlü bir hikayesi olsun. Yeter ki, öngörülebilirlik artsın. Biz bunu temin edecek, öngörülebilirliği artıracak, bu potansiyeli hayata geçirecek güçlü bir program uyguluyoruz. Bu program sonuç verdikçe inanıyorum ki Türkiye’yi küresel doğrudan yatırımlarda çok ciddi artış olacak.
Merkez Bankası’nın günlük bilançosu var. 1 Nisan ile 16 Nisan arasında Merkez Bankası’nın rezerv pozisyonundaki iyileşme neredeyse 49 milyar dolar. Tarihte eşi benzeri görülmemiş hızda ve dozda bir iyileşme var. Bunun bir kısmı Türkiye’de tüzel ve gerçek kişilerin Türk lirasına dönmesinden kaynaklanıyor. Bir kısmı da dışarıdan uzun vadeli temin ettiğimiz kaynaklar. Bir kısmı da nispeten kısa vadeli ve sıcak sayılacak sermaye girişleri. Biz sırtımızı kısa vadeli dış kaynağa dayayamayız. Ama genelde programların başında bu olur. Program sonuç verdikçe, başarı elde edildikçe bu kaynağın niteliği iyileşir. Çok net bir şekilde bizim vatandaşımızın da, şirketlerimizin de, dışarıdakilerin de yani küresel yatırımcıların da TL’ye rağbeti arttı. Türk lirasına güven arttı. Türk lirasına portföy tercihi anlamında büyük bir rağbet var. Çünkü Türkiye’nin enflasyonu düşüreceğine piyasalar inanmaya başladı. Biz rehavete kapılmayacağız, kısa vadeli gelişmelere sırtımızı dayamayacağız. Biz programımızı güçlü şekilde uygulamaya devam edeceğiz.
Bizim bir kur hedefimiz yok bunun altını çizmek istiyorum. Ama tabii ki kur önemli bir fiyattır ekonomide. Programı başlattığımızda bir yıllık geçiş dönemi öngördük. Dezenflasyona geçiş dönemi dedik. Kur politikasında da bir geçiş dönemi. Giderek piyasa mekanizmasının daha çok efektif bir şekilde çalışacağı yani her şeyin piyasada belirlendiği bir döneme doğru evrildik, evriliyoruz. Bizim bir kur hedefimiz yok. Kura herhangi bir müdahale yok ama döviz rezervini Merkez Bankamız biriktiriyor. Ama bu şu anlama gelmiyor, biz her şeyi mikro yöneteceğiz, kontrol edeceğiz anlamına gelmiyor. İhracatçılarımız tedirgin olmasınlar. Biz ihracatçılarımıza her türlü desteği vermeye devam edeceğiz. Aşırı bir değerlenmeyi de biz öngörmüyoruz. Çünkü bütün aşırılıklar risklidir. Buradan ihracatçımıza seslenmek istiyorum verimlilik artışı için rekabet gücü artışı için, finansmana erişim anlamında bizim üstümüze ne düşüyorsa biz onların yanındayız. Bugüne kadar ihracatı biz önceliklendirdik, güçlü bir şekilde destekledik, desteklemeye de devam edeceğiz. Her ölçekte verimlilik nasıl artırılır, birim maliyetler nasıl düşürülür ona odaklanmak lazım.
AK Parti hükümetleri dönemine ufuk turu yapalım. Bir, asgari ücreti vergi dışı kim bıraktı? Asgari ücrette şu an sıfır vergi var. Sadece asgari ücrette değil asgari ücrete kadar olan tüm ücretlerde sıfır gelir vergisi var. Bunu AK Parti hükümetleri yaptı. En düşük vergi dilimini düşürdük, en yüksek vergi dilimini AK Parti hükümetleri çıkardı. Vergide mükemmel adalet hiç bir yerde sağlanmıyor. Geçen sene kurumlar vergisini artırdık. Yüzde 20’den yüzde 25’e çıkardık. Finans sektöründe kurumlar vergisini yüzde 30’a çıkardık. Vergide adaleti sağlamaya yönelik çok ciddi çaba içerisindeyiz. Artan oranlı bir vergi uygulaması var. OECD, asgari kurumlar vergisine geçiyor. Biz de çok uluslu şirketler için asgari kurumlar vergisi getireceğiz. Ne teşvik alırsanız alın, ne kadar istisna olursa olsun yüzde 15’in altında olmuyor. Benzer çalışmayı diğer firmalar için de yapıyoruz. Bütün firmalar için asgari bir kurumlar vergisi hususunu çalışıyoruz. Herkes bu yükü kaldırabileceği oranda taşımak durumunda. Bizim şu anda bize yetecek düzeyde, veya dışarı satacak düzeyde yeraltı kaynaklarımız yok. Bulduklarımız henüz sınırlı. Ülke olarak ekmeğimizi taştan çıkaracağız. Üreteceğiz ve daha adil vergi sistemi ile yolumuza devam edeceğiz. Finansal kazançlar üzerinden vergiyi artırdık. Biz çalışanlarımızın üzerindeki vergi yükünü azalttık. Artan oranlı bir vergi sistemine sahibiz.
Diğer bir alan şehir rantları meselesi. Arsalar, gayrimenkuller üzerinden elde edilen gelirler. O konuya da bir paket çalışmamız var. Birçok hususu çalışıyoruz. Geçmişte çok güçlü adımlar attık. Asgari ücretin gelir vergisinden istisna tutulması gibi bu adımları devam ettireceğiz. Kararlıyız. Vergide adaleti sağlama noktasında da gereken çabayı gösteriyoruz. Geçmişte de gösterdik. Göstermeye de devam edeceğiz.
Kamuda tasarruf ve verimlilik paketinin içeriğine baktığınız zaman bu ilk tedbir paketi. İkincisi burada kesintiler var, harcama kontrolü var ve özellikle yatırımlarda harcamaların verimli alanlara yönlendirilmesi var. Bir tasarruf paketinde olması gereken her şey var. Genelde orta vadeli programları 3 yıllık perspektifle ortaya koyuyoruz. Bunu da orta vadeli programı güçlendirecek bir adım olarak düşündüğümüz için kafamızda 3 yıllık perspektif var. Cumhurbaşkanımız çok güzel bir müdahalede bulundu. Tasarruf kültüründen bahsetti. Bunun 3 yıllı sınırlı olmayacağını söyledi. Kültür zaten kalıcı bir şekilde bunun benimsenmesi demek. Bu paketin diğer paketlere oranla ne farkı var diye sorarsanız burada çok iyi bir izleme, raporlama, kontrol ve nihayetinde yaptırım boyutlarını ortaya koyduk. Bu ilk tasarruf paketi değil. Muhtemelen en az 10 tasarruf paketi geçmişte açıklanmıştır. Önemli olan her idare, her kurumumuz bir kere sorumlu tayin edecek. İzleme, raporlama açısından. Hazine ve Maliye Bakanlığı olarak biz kontrolü yapacağız. Bu nihayetinde yaptırım gerektiren bir uyumsuzluk söz konusuysa bu Cumhurbaşkanlığına raporlanacak. Kamunun tamamını kapsıyor. Sadece merkezi hükümeti değil haberleri olsun KİT’leri de, yerel yönetimleri de kapsıyor. Bu açıklanan tasarruf tedbirleri sadece merkezi hükümet için değil bütün kamu idareleri içindir. Verimlilik boyutu da önemli. Tasarrufla birlikte kaynakların daha verimli kullanılması.
Kaynak: trthaber.com.tr