Türkiye’nin, kimileri için acıklı, kimileri için sevinçli olan, zenginlikten ölümlere varan büyük “siyanürlü altın macerası” Eczacı Holding’e bağlı ESAN şirketinin Bergama Ovacık-Çamköy dolayında altın bulunduğuna dair edindiği bilgilerle başladı.
Eczacılıkla, seramikçilikle, kültür sanat faaliyetleriyle ilgilenen Eczacıbaşı ailesi tabii ki hem ülke menfaati (!) hem de daha çok para kazanmak için “altın madenciliği” ile de ilgilenecekti!
Antik tarih uzmanı David Magie’nin de bildirdiğine göre Bergama’nın Çamköy-Alacalar yöresinde antik çağlardan kalma altın madeni ocakları vardı. Bizans döneminde de bu yörede altın madeni işletildiği söyleniyordu.
Zamanında, Batı Anadolu’da Kozak’tan Bakırçay Ovasına inen Selinos çayında da tanecikler halinde, çakıllar arasından altın toplandığı anlatılıyordu.
Belki de günümüzde bu yüzden siyanürcü şirketler İzmir’in Kozak yaylasına göz diktiler.
Çevrecilerlerin Kozak’I korumak için edindikleri yargı kazanımlarını aşmaya çalışıyorlar!
Uygarlığın beşiklerinden biri olan bu topraklarda her yerde tarihi izler var.
Ancak yakın çağlara kadar altın zehirlerle değil, topraktaki cevher damarlarından kazmayla sökülerek, toprak elekte suyla yıkanarak elde ediliyordu.
***
Başlangıçte Türkiye Cumhuriyeti’nde altın arama ve işletme işini Devlet tekeline almıştı.
Osmanlı döneminde yabancılara verilen imtiyazlardan, sömürgeci talandan çok çeken ülke Cumhuriyetle birlikte, 1925-1933 yılları arasında demiryolları, kömür ve bakır işletmeleri, tütün rejisi gibi 21 ayrıcalıklı şirketi millileştirmişti.
II.Abdülhamit, Balıkesir’in Balya ilçesindeki maden imtiyazlarını Fransız sermayeli Balya Karaaydın Şirketi’ne vermişti.
24 Mart 1926’da çıkarılan 792 sayılı “Petrol Kanunu”nun 1. maddesiyle “T.C. sınırları içinde petrol dahil tüm madenlerin işletilmesi Devlet’e aittir” hükmüyle tüm madenler devletleştirildi.
Genç Cumhuriyet yeraltı zenginliklerini değerlendirmek istiyordu.
1933 yılında Atatürk’ün direktifiyle “İktisat Bakanlığı”na bağlı “Petrol Arama ve İşletme” ve “Altın Arama ve İşletme İdaresi” adıyla iki bağımsız kurum oluşturuldu.
Ülke kalkınması için doğal kaynakların önemi elbet biliniyordu.
Bu kurumların ardından madenler için gerekli jeolojik, jeofizik araştırmalar, laboratuvar ve madencilik işleri için 14 Haziran 1935 tarihinde 2804 sayılı yasayla, daha önce kurulmış “Petrol ve Altın Arama ve İşletme İdarelerini” de içine alan, “Maden Tetkik ve Arama” (MTA) Enstitüsü kuruldu.
Kanunun 7. Maddesine göre, MTA “arama yapacağını bildirdiği sahalarda çalışmalarını tamamlayıncaya kadar, aradığı madenler için başka kimselere ruhsat verilemeyeceği”; 8.maddesine göre “maden varlığı belli olan sahalarda arama yapılıyorsa, MTA çalışmalarını tamamlayıncaya kadar bu maden sahalarının kimseye devir ve ihale edilemeyeceği” hükme bağlanmıştı.
Yani Devlet’in, Kamu’nun yer altı zenginlikleri konusunda mutlak denetimi ve mülkiyeti vardı.
Geçmişten, Osmanlının düştüğü iflas durumundan ders çıkarmış yeni yönetim. Emperyalistlerin soygunculuğunu biliyor, yeraltı değerlerini elinde sımsıkı tutuyordu.
***
Bu bağlamda Maden Tetkik ve Arama Kurumu (MTA) Türkiye’nin birçok yerinde maden yatakları arama çalışmaları yapmış, genç Cumhuriyetin ekonomisine katkıda bulunuyordu.
Ülkemizde kömür-linyit, petrol, demir çelik, alüminyum, bor, krom, çimento ile ilgili birçok sanayi tesisinin hammaddelerinin aranıp bulunmasında büyük rolü oldu MTA’nın.
Bulunan madenlerin işlenmesi, ilgili birçok işletmenin üretime geçmesini sağlamak üzere de ETİBANK adıyla bir kamu kuruluşu 14 Haziran 1935 yılında kuruldu.
Devlet böylece ETİBANK eliyle bu yönde birçok yatırım yaptı.
Böylece aranıp bulunan madenler çoğunlukla ETİBANK gibi kamu kuruluşları ya da TC vatandaşlarının sahip olduğu şirketler tarafından değerlendiriliyordu.
Zaten ETİBANK Kanunu’nun 7. maddesinde Banka’nın kuracağı şirketlerin “hissedarlarınının Türk olması” koşulu vardı.
Ancak bu süreçte, bir madencilikten çok “açık hava kimya fabrikacılığına” benzeyen “altın madeni/işletmeleriyle ilgili etkin bir çalışma duyulmadı.
***
Yıllarca Türkiyede madencilik MTA Kanunun getirdiği mevzuatla yürütüldü.
Ancak 1950’lerden sonra birçok şey değişti.
Cumhuriyetin ekonomideki başlangıç ilkeleri terk edilmeye başlandı.
1954 yılında Demokrat Parti İktidarında çıkarılan 6326 sayılı (Petrol Kanunu) ve 1957’deki 6987 sayılı kanunlarla yapılan değişikliklerle petrollerimiz ve madenlerimiz yeniden yabancı şirketlere teslim edildi.
1985 yılında durum genelleştirildi.
4 Haziran 1985 yılında TBMM tarafından kabul edilen 3213 sayılı kanunla Madencilik, “Maden Kanunu” denilen bir yasayla bir çerçeveye oturtuldu (!).
Kanunun 1. Maddesinde: “ Bu Kanun madenlerin milli menfaatlere uygun olarak aranması, işletilmesi, üzerinde hak sahibi olunması ve terk edilmesi ile ilgili esas ve usulleri düzenler.”, deniyordu.
Yapılacak madenciliğin “milli menfaatlere uygun” olması” isteniyordu.
Neydi bu “milli menfaatler”?
8.Maddesinde de “maden hakları” başlığıyla kimlerin madencilik yapacağı belirtiliyordu:
“Maden hakları, medeni hakları kullanmaya ehil T.C. vatandaşlarına, (…) Türkiye Cumhuriyeti Kanunlarına göre kurulmuş tüzel kişiliğe haiz şirketlere (!), bu hususta yetkisi bulunan “kamu iktisadi teşebbüsleri” ile müesseseleri, bağlı ortaklıkları ve iştirakleri ile diğer kamu kurum, kuruluş ve idarelerine verilir.”.
Yani artık ülkede yapılan, yapılacak madenciliğin kapıları yabancı şirketlere ardına kadar açılıyordu. Yasayla!
***
1985 yılı emperyalist şirketlerin ülkeye davet edildiği “Maden Kanunu”nun yayınlandığı yıldır.
Ülke 12 Eylül faşizminden yeni çıkmıştı.
Siyasi İktidarın başında Anavatan Partisi ve Turgut Özal vardı.
Özelleştirmelerle, devam dalgaları hala süren, ülkenin her değeri satışa sunulmuştu.
Uluslararası sermaye iliklerine kadar girmişti ülkenin.
Her derde deva “globalizm”di, bu!
Her şey para kazanmak, kar etmek içindi.
Bunun adıydı “ülke menfaatleri”!
“Kalkınma” denen şey bu yolla olacaktı!
Saldır, hiçbir gerekli ve etkili önem almadan toprak altındaki, üstündeki değerlere/madenlere saldır!
Daha “siyanürlü altıncılığa” cüret edememişti Devlet.
Ama gümüşü biliyordu.
Elde etmek için “siyanür” kullanılmasını da!
Kütahya‘da vardı bu işlem!
Çıksın gümüş, çıksın altın!
Oluk oluk aksın siyanür!
Zehirler toprağı yıkasın, sulara şerbet olsun!
Ülkemiz zenginleşecekse, ölüversin doğa! Ne olur?
Atatürk’ün milli madencilik işletmelerinin gelişmesi için kurduğu ETİBANK da “siyanürcü” olmuş artık.
Kütahya ağlayacaktı!
Çevre mevre hak getire!
Zaman akıyor!
Bu daha başlangıçtı!